5 Mayıs 2025 02:27

Suriye parçalanmaya doğru mu ilerliyor?

Suriye’ye yönelik İsrail müdahalesinin artması, HTŞ yönetiminin Suriye halklarını ezmeye yönelik politikaları ve ABD-İran görüşmeleri geçtiğimiz haftanın Arap basınında öne çıkan gelişmeleri oldu.

Suriye parçalanmaya doğru mu ilerliyor?

Dürzi mahallesi Ceramane'deki HTŞ güçleri. | Fotoğraf: AA

Yusuf Ertaş

HTŞ’ye bağlı cihatçı güçlerin Dürzilere yönelik katliam girişimi haftanın öne çıkan gündemi oldu. Gözlemciler, ülke içindeki toplumsal kesimlere yönelik yapıcı bir tutum sergilemeyi başaramayan HTŞ Lideri Ebu Muhammed Colani’nin (Ahmet Şara) özellikle ABD karşısında meşruiyet elde etmek için her yola başvurmaya devam ettiğine işaret ediyor. 

Uluslararası koruma talebi

Dürzülere yönelik saldırı, bir Dürzi din adamına ait olduğu iddia edilen ve peygambere hakaret içeren bir ses kaydının sosyal medyada dolaşıma sokulmasıyla tetiklendi. Saldırı sonrası Dürzilerin Süveyda’daki Ruhani Lideri Hikmet el Hicri uluslararası toplumdan koruma istedi. Süveyda Askeri Konseyi de “Kan dökülmesini durdurmak amacıyla derhal uluslararası koruma ve tarafsız uluslararası güçlerin denetiminde güvenli bir bölge” talebinde bulundu. Ardından, Suriye’deki Dürzi Ruhani Liderliği bir bildiri yayımlayarak, “Sarsılmaz ulusal duruşlarını ve birleşik Suriye vatanının ayrılmaz bir parçası olduklarını” vurguladı; ayrıca “bölünmeye, ayrılmaya ya da kopmaya” karşı olduklarını ifade etti. 

Suriye’nin bölünmesini hedefleyen İsrail projesi

Mart ayında Suriye’nin Lazkiye ve sahil bölgesinde yaşanan yer yer hâlâ devam eden Alevi katliamından sonra Dürzilere yönelik olarak başlayan bu saldırı uluslararası ve bölgesel güçler tarafından iktidara taşınan HTŞ yönetiminin mezhepçi karakterini bir kez daha açığa çıkardı. Lübnan merkezli Al Ahbar bu konu ile ilgili haberinde “Süveyda ve genel olarak Dürziler dosyası, mevcut geçiş dönemi yönetiminin (HTŞ) kurumlarının ne kadar kırılgan olduğunu ve kendilerini feshederek yeni kurulan Savunma Bakanlığı yapısına entegre olmaları gereken cihatçı/tekfirci grupları kontrol altına almakta ne kadar yetersiz kaldığını ortaya koydu. Bunun yanı sıra, Suriye’nin bölünmesini ve toprak bütünlüğünün sona ermesini hedefleyen İsrail projesine büyük bir ivme kazandırdı” tespitinde bulundu.

İsrail’den ‘Dürzileri koruma’ bahanesi

Öte yandan, İsrail, “Dürzileri koruma” bahanesiyle önce Colani’nin başkanlık sarayının yakınına bir hava saldırısı düzenledi. Ardından, Şam ve kırsalındaki Suriye mevzilerine, Hama, İdlib, Lazkiye ve Dera’ya yönelik yaklaşık 20 hava saldırısı düzenleyerek askeri malzeme depolarını ve askeri merkezleri hedef aldı. Saldırının ardından İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Güvenlik Bakanı Yisrael Katz ile yaptığı ortak açıklamada, “Bu Suriye rejimine açık bir mesajdır. Suriye güçlerinin Şam’ın güneyine konuşlanmasına ya da Dürzi toplumunun herhangi bir şekilde tehdit edilmesine izin vermeyeceğiz” dedi. İran, Katar, Suudi Arabistan ve Körfez İşbirliği Konseyi (KİK), İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırılarını kınadılar. Birleşmiş Milletler de İsrail’e Suriye’ye yönelik saldırıları durdurma çağrısında bulundu.

Filistinli liderlere tutuklama

Bu arada Colani, ABD’ye kendini kanıtlama çabalarına devam ediyor. Suriye makamları, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi-Genel Komutanlık (FHKC-GK) Genel Sekreteri Talal Naji’yi gözaltına aldı. Lübnan merkezli Al Mayadin, Naji’nin daha sonra serbest bırakıldığını aktardı. Suriye güvenlik güçleri geçen ay da Suriye İslami Cihad Hareketinin Lideri Halid Halid ile örgütün Suriye Örgütlenme Komitesi Başkanı Ebu Ali Yaser’i tutuklamıştı. Bu gelişme, Washington’un Suriye’ye uygulanan yaptırımların hafifletilmesini kabul etmesi için öne sürdüğü diğer şartlarla birlikte, “Suriye’deki tüm Filistinli milislerin ve onların siyasi faaliyetlerinin yasaklanması ve üyelerinin İsrail’i rahatlatacak şekilde sınır dışı edilmesi” şartını koşmasının ardından geldi.

Ahmed Şara (Colani) ve iç gerilimler: Suriye, birliğini koruyabilecek mi?

Maher El Hatib
El Neşra/Lübnan

Suriye’nin geçici Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nden dış meşruiyet elde etmek için her yola başvurmaya devam ediyor. Buna karşılık, ülke içindeki toplumsal kesimlere yönelik yapıcı bir tutum sergilemeyi başaramadı. Hatta ona bağlı ya da onunla ittifak halindeki grupların davranışları, Suriye toplumundaki bölünmeyi daha da derinleştiriyor.

Bu bağlamda, ABD Kongresi Üyeleri Cory Mills ve Marlin Stutzman’ın açıklamaları, Şara’nın özellikle İsrail’le ilişkiler düzeyinde Amerika Birleşik Devletleri’ne verebileceği tavizler konusunda ne kadar ileri gidebileceğini gözler önüne seriyor. Bu husus, önceki rejimin devrilmesinden bu yana devam eden saldırılara rağmen, Dışişleri Bakanı Esad el-Şibani tarafından da teyit edilmişti.

Bu doğrultuda, el-Neşra’ya konuşan bazı kaynaklar, Şara’nın dış meşruiyete odaklanmasına -yani birleşik bir Suriye’nin başında kalmayı bu yolla sağlamaya çalışmasına- şaşkınlıkla yaklaşıyor. Çünkü onun başında bulunduğu yönetimin eylemleri, yerel toplumdaki bölünmeyi daha da derinleştiriyor. Özellikle de iktidara geldiği andan itibaren kaydedilen ihlallerin hiçbir mezhebi ya da etnik grubu muaf tutmaması bu durumu pekiştiriyor.

Aynı kaynaklar, bu çerçevede Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile yapılan anlaşmanın uygulama düzeyinde hiçbir ilerleme kaydetmediğine dikkat çekiyor. Bunun kanıtı olarak da geçtiğimiz günlerde Suriye Cumhurbaşkanlığı tarafından yayımlanan bildiride, SDG liderliğinden gelen açıklama ve adımların, anlaşmanın içeriğiyle açıkça çeliştiği ifade edildi. Öte yandan, mart ayında yaşanan katliamların ardından, yönetimin Alevi topluluğunu teskin etme konusunda hâlâ yetersiz kalması, somut adımlar atılmaması nedeniyle uluslararası koruma talep eden çağrıların artmasına yol açtı.

Bu çerçevede aynı kaynaklar, son iki gün içinde Dürzi bileşeniyle ilişkiler düzeyinde kaydedilen gelişmeleri, özellikle Şam kırsalındaki Cermana kentinde meydana gelen çatışmalar ışığında değerlendiriyor. Bu olaylar, Dürzi şeyhlerden birine ait olduğu iddia edilen ve Hz. Muhammed’e hakaret içerdiği söylenen bir ses kaydının yayılmasının ardından yaşandı. Ancak yaşanan gerginliklerin ardından İçişleri Bakanlığı, söz konusu ses kaydının suçlamaların yöneltildiği kişiye ait olduğunun kesinleşmediğini açıkladı.

Bu bağlamda süreci yakından izleyen kaynaklar, Cermana’daki çatışmalarla sahil bölgesinde daha önce yaşanan katliamların çok önemli bir noktayı açığa çıkardığını belirtiyor: Her iki durumda da mevcut yönetim, olayların kendi kontrolü dışında geliştiği izlenimini vermeye çalıştı. Yani, resmi bir emir olmaksızın kendi başına hareket eden silahlı gruplar olduğu ima edildi. Oysaki uluslararası toplumun Şara’dan en temel beklentilerinden biri, profesyonel bir ordu kurması ve yabancı savaşçılar sorununu çözmesidir.

Sonuç olarak bu kaynaklar, olup bitenin Şara’nın doğrudan kararıyla mı, yoksa kontrol eksikliğinden mi kaynaklandığı fark etmeksizin, asıl meselenin onun toplumun diğer bileşenlerini attığı adımlara ikna edememesi olduğunu vurguluyor. Aksine, bu grupları federasyon, bölünme ya da uluslararası koruma talep etme yönündeki çağrılarını sürdürmeye itiyor. Bu da, dış tavizlerle elde etmeye çalıştığı hedeflerle çelişen bir durum yaratıyor.

Şam ile Süveyda arasında kırılgan bir anlaşma

AL Ahbar
Lübnan

Cihatçı grupların, Şam kırsalındaki Sahnaya ve Cermana halkına yönelik saldırılarının yol açtığı gerilimi hafifletmek için Süveyda sakinleri ve ileri gelenleriyle bir anlaşmaya varma girişimleriyle eş zamanlı olarak İsrail, Cumhurbaşkanlığı sarayı çevresini hedef alan bir saldırı düzenledi. Bu saldırı İsrail’in “Dürzileri koruma” bahanesiyle Suriye dosyasına daha fazla müdahale etme konusundaki ısrarını göstermektedir. Saldırının öncesinde, İsrail insansız hava araçlarının Şam ve güney bölgesindeki faaliyetlerinde benzeri görülmemiş bir yoğunluk gözlendi. Bu kapsamda, Şam kırsalındaki Sahnaya yakınlarında toplanan bazı gruplar hedef alındı; İsrail bunu “Aşırı silahlı grupların saldırısını önleme” gerekçesiyle gerçekleştirdiğini açıkladı. Saldırının ardından ise İsrail, bu operasyonu ve taşıdığı mesajları açıkça sergileyerek bir gövde gösterisi yaptı.

Süveyda ve genel olarak Dürziler dosyası, mevcut geçiş dönemi yönetiminin (HTŞ) kurumlarının ne kadar kırılgan olduğunu ve kendilerini feshederek yeni kurulan Savunma Bakanlığı yapısına entegre olmaları gereken cihatçı/tekfirci grupları kontrol altına almakta ne kadar yetersiz kaldığını ortaya koydu. Bunun yanı sıra, Suriye’nin bölünmesini ve toprak bütünlüğünün sona ermesini hedefleyen İsrail projesine büyük bir ivme kazandırdı. Bu süreci, Suriyeli ya da yabancı, güvenlik ve askeri yapılara daâhil olan ya da olmayan cihatçı/tekfirci guruplar hızlandırıyor. Bu gruplar, bir yandan sahil ve merkez bölgelerde halen devam eden ihlallerde görüldüğü gibi bazen onları “kalıntılar” olarak nitelendirerek, bazen de (Dürzilere yönelik olarak yayılan anonim bir ses kaydında olduğu gibi) Hz. Muhammed’e hakaret ettikleri iddiasıyla, Sünni olmayan Suriye mezheplerini ortadan kaldırmak istiyorlar.

Suriye parçalanmanın ve çözülmenin eşiğinde

Rasim Obeidat
Al Kuds/Filistin

Bugün Suriye’de yaşanan gelişmeler -özellikle kimlik temelli olarak sahil bölgesinde başlayan, ardından Şam kırsalındaki Cermana ve Sahnaya ile Süveyda’ya sıçrayan çatışmalar ve yaygın katliamlar-, Suriye’deki tüm siyasi, etnik, mezhepsel ve toplumsal unsurlar için büyük bir tehlike çanını çalmaktadır. Mevcut rejim, aşırı dini bir ideolojiye ve yönetimde tekelleşmeye dayalı yapısıyla, devletin ve hükümetin tüm kurumlarını kontrol altına almaktadır. Bu yapı, farklı bileşenleri ve toplumsal kesimleri bir araya getirecek bir bütünlük sağlayamamaktadır.

Bu nedenle, bazı çevrelerin Suriye’nin uluslararası koruma altına alınmasını talep etmesi, bazılarının ise İsrail’den koruma istemesi anlaşılabilir bir hal almıştır. Oysa İsrail, Suriye’nin toplumsal dokusunu zedeleyen başlıca aktörlerden biridir. İsrail Hava Kuvvetlerinin yeni rejime bağlı birlikleri bombalaması da, görünürde Dürzi toplumu lehine yapılmıştır. Oysa Dürzi önderleri, Suriye’nin temel ve ayrılmaz bir bileşeni olduklarını açıkça vurgulamıştır.

Dış saldırganla olan çatışma yavaş yavaş bir iç çatışmaya dönüşmekte, bölünme içerideki bazı renkli güçleri itaatkar bir maşa ve beşinci kol haline getirmekte, kırmızı çizgiler kaybolmakta ve kutsal tabular kendi yapıcıları tarafından çiğnenmektedir.

Yalnızca Filistin sahası değil, Suriye, Lübnan ve diğer birçok Arap ülkesi de Amerikan-siyonist ittifakının elinde bir “mühendislik” sürecine tabi tutulmakta; başarısız devletlere dönüşmekte ve mezhepçi, etnik ve kabilesel iç savaşlarla içten içe çürümektedir. Libya, Sudan, öncesinde Somali ve Yemen bu süreci yaşamıştır. Şimdi ise bu bulaşıcı parçalanma dalgası diğer Arap ülkelerine yayılmaktadır. İsrail, güvenliğini ancak Suriye, Lübnan, Ürdün, Mısır ve Filistin cephelerini tam kontrol altına alarak sağlayabileceğini düşünmektedir.

Trump’ın 100 günü: Felaket göstergeleri

Al Kuds Al Arabi
Başyazı

Dünyadaki medya organları, Donald Trump’ın göreve başlamasının 100. günü dolayısıyla değerlendirmeler sunmaya başladı. Peki Arapların ona bakışı nasıl?

Amerikan Başkanı Donald Trump’ın Arap dünyasına, özellikle de Filistinlilere yönelik politikaları, İsrail’deki aşırı sağcı terörist hükümet liderlerinin hayallerini bile aşmıştır. Trump, Benyamin Netanyahu ve ortaklarına siyasi ve askeri desteği sürdürmekle kalmadı, aynı zamanda Gazze Şeridi’nin Amerikan kontrolüne alınmasını ve bölge halkının komşu Arap ülkelerine tehcir edilmesini de önerdi.

Savaşları durdurma vaadinde bulunmasına rağmen Trump, İsrail’i Yemen’deki Husilere karşı savaşmanın maliyetinden kurtardı. Husiler, Gazze’ye yönelik saldırı sona erene kadar İsrail’e gemi ulaşımını engelleme kararı almışken, Trump’ın uçak gemileri ve Körfez’deki kuvvetleri Yemen’e yönelik yüzlerce operasyon başlattı.

Trump yönetimi ayrıca, özellikle ekonomik sıkıntı yaşayan Suriye, Tunus ve Ürdün gibi Arap ülkelerine karşı ilan ettiği gümrük tarifeleri savaşının yanı sıra, kalkınma ve insani yardım projelerine yönelik dış yardımları da kesti.

Bununla da kalmayarak Trump yönetimi, ABD’ye seyahatlere yönelik yeni bir yasak getirme niyetini açıkladı, Amerika’daki birçok Arap öğrenciyi hedef aldı ve yıllık raporlarında cezaevi koşulları ve hükümet yolsuzlukları gibi insan hakları ihlallerine ilişkin geleneksel eleştirileri kaldırdı.

İran müzakereleri askıya aldı

Al Bina
Lübnan

Aralarında Ummanlı ara bulucunun da bulunduğu, İran-ABD dolaylı müzakerelerinin seyrini takip eden kaynaklara göre, yapılması planlanan teknik uzmanlar arası dolaylı müzakere oturumunun ertelenmesi ve yeni bir tarih belirlenmemesi, İran’ın, müzakerelerin başarısını garanti altına alacak şekilde taraflar arasında ilişki ve iletişim tarzını belirleyen bir “davranış kuralları belgesi” oluşturulmadan görüşmelere devam etme konusunda isteksiz olmasının bir sonucudur.

İran’ın en temel itirazları arasında, ABD yönetiminin -doğrudan Başkan Donald Trump’tan başlayarak- üstünlükçü ve kibirli dil kullanmayı sürdürmesi, İran’a savaş tehdidiyle müzakereye zorlandığı izlenimi verilmesi ve Amerikan söylemlerinde İsrail tehditlerine övgüyle yer verilmesi ile İran’a karşı ortak bir ABD-İsrail savaşı olasılığına açık kapı bırakılması yer alıyor. İran, bu tehditlerden korkmadığını belirtse de, böyle bir atmosferde müzakere etmeyi kabul etmeyeceğini açıkça dile getiriyor.

Kaynaklara göre, ABD’nin tutumunu şüpheli kılan ve müzakere niyetlerinin samimiyeti konusunda şüphe uyandıran bir diğer unsur ise, müzakereler sürerken İran’a yönelik yeni yaptırımlar dayatmaya devam etme ısrarı. Bu durum İran heyetini zor durumda bırakmakta ve müzakere seçeneğini itibarsızlaştırmaktadır. Bu da İranlı müzakere heyetinin, kendi ülkesinin onurunu ayaklar altına alarak ve provokasyona açık bir ortamda müzakere masasına oturduğu izlenimi yaratmakta. İran, hem yaptırımların hem de tehditlerin sürmesini, ABD’nin müzakere süreci ve sonuçları üzerinden İran’a bir mağlubiyet ve ABD’ye bir zafer görüntüsü verme niyeti olarak okumakta; bu da 2018’de yaşananlara benzer şekilde, ABD’nin yeni bir anlaşmadan herhangi bir zamanda -anlaşmanın uygulanma seyrine bağlı olmaksızın- çekilebileceği şüphesini güçlendirmektedir. İran’a göre ABD, müzakerelerin başarısından çok, müzakere sürecinde güç gösterisi yapmayı öncelikli hale getirmiştir.

Bazı bilgiler, İran’ın, müzakereler devam ederken yeni yaptırımların ve tehditlerin durdurulmasına yönelik sert bir dille yaptığı talebin ardından, son oturumla aynı zamanda meydana gelen Bender Abbas Limanındaki patlamanın ardından, Umman’ın ABD’yi patlama için İran hükümetine başsağlığı mesajı göndermeye ikna etmeye çalıştığını aktarıyor. Bu mesaj, bir yandan ABD’nin olayda sabotaj yoluyla parmağı olmadığını gösterme ve olası sabotaj eylemini kınama anlamına gelecekti, diğer yandan da, kazada binden fazla kişinin yaralandığı felaket karşısında İran devleti ve halkıyla insani dayanışma göstergesi olacaktı. Ancak ABD bu çağrıya yanıt vermedi. Bu da Umman’ın İran’a, müzakere oturumunun yeniden düzenlenmesi için baskı yapma konusundaki isteğini azalttı.

Müzakerelerin askıya alınma sürecinin, taraflar arasında müzakere boyunca hükümetlerin tutumlarını belirleyecek ve başarıya odaklı bir çerçeve çizecek bağlayıcı bir davranış kuralları belgesi oluşturulmadığı sürece uzayabileceği görülüyor. Böyle bir belge, tarafların birbirine yönelik açıklamalarını sınırlayarak, müzakereyi baltalayabilecek gergin ortamların oluşmasını engellemelidir.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yoksulluk duvarını birlikte yıkalım
TÜPRAŞ ve Ford işçilerinden mektup var:

Yoksulluk duvarını birlikte yıkalım

Türkiye’nin en büyük ve en kârlı iki sanayi kuruluşu: TÜPRAŞ ve Ford Otosan… İkisi de Koç ailesine ait. Patron, Erdoğan-Şimşek programına güvenerek TÜPRAŞ’ta ücretleri yoksulluk sınırının yarısına inen işçilere yüzde 28 zam dayatıyor. Aynı tehlike Ford işçilerinin de önünde. Gazetemiz aracılığıyla mektuplaşan Ford, TÜPRAŞ ve Novares işçileri “Yoksulluğa karşı gün birlik olma günü” dedi.

TÜPRAŞ'ın 3 yıllık işçi başı kârı: 21 milyon 974 bin TL

TÜPRAŞ'ta işçilerin aldığı ortalama ücret: 35 bin TL

TÜPRAŞ'ta çalışan toplam işçi sayısı: 6 bin 200

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
4 Mayıs 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et